TÜRKİYE’NİN SURİYE’YE YÖNELİK ASKERÎ
HAREKÂTLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Türkiye’nin Arap Baharı sürecinde, Suriye’ye yönelik olarak
gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtlar, yukarıda çerçevesi çizilen
hükümler açısından değerlendirildiğinde, birkaç hususa dikkat çekmek
gerekmektedir. Bunlardan ilki, Türkiye’nin gerçekleştirdiği harekâtların
sebebidir. Mart 2011’den itibaren başlayan ve bir süre sonra iç savaşa
dönüşen Suriye sorunu, komşu coğrafyada gerçekleşmesi sebebiyle
Türkiye’nin güvenliğini yakından ilgilendirmektedir. Bununla birlikte
sorun, sadece komşuluk ilişkisi sebebiyle hassasiyet taşımamış; Suriye’nin
diğer komşuları gibi Suriye’nin devlet ülkesinden kaynaklanan IŞİD
tehdidi Türkiye’ye de somut olarak yansımış ve pek çok terörizm eylemi
gerçekleşmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye’ye yönelik olarak, KİP’in Suriye
uzantısı DBP/HSB65 eliyle gerçekleştirilen ve terörizm niteliği taşıyan
saldırılar artmıştır. Dolayısıyla Türkiye, Suriye’nin ülke bütünlüğüne
yönelik olarak değil başta KİP olmak üzere, terör örgütlerine yönelik
harekâtlar gerçekleştirmiştir.
Sınır ötesi harekâtlarda dikkat edilmesi gereken ikinci husus,
Türkiye’nin kendi devlet ülkesinin bütünlüğünü sağlama amacıyla
söz konusu harekâtları gerçekleştirmesidir. Zira Türkiye, 40 yılı aşkın
bir süredir KİP ve uzantılarıyla pek çok zeminde mücadele etmektedir.
KİP’in stratejisi, Türkiye’nin ülke bütünlüğünü hedef almaktır. Zira KİP,
Türkiye’nin yanında, Suriye, Irak ve İran’dan ele geçireceği alanlardan
oluşan, “dört parçalı Büyük Kürdistan” oluşturmayı hedeflemektedir66.
Her ne kadar mevcut durumda IŞİD’in gücü oldukça kırılmış olsa da
benzer hedefler, kendi ideolojik yaklaşımı çerçevesinde ve özellikle
IŞİD’e karşı gerçekleştirilen Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında, IŞİD için
de geçerlidir67. Dolayısıyla Suriye kaynaklı KİP ve IŞİD saldırılarının
Türkiye’nin ülke bütünlüğüne yönelmesi sebebiyle Türkiye, sınır ötesi
harekâtlar tertip etmiştir.
Yıl 8, Sayı 15, Haziran 2020
Türkiye’nin icra ettiği harekâtlarla ilgili bir diğer husus, bu harekâtların
aynı zamanda bölgedeki diğer devletlerin ülke bütünlüğünü de korumaya
yönelik olmasıdır. Elbette Türkiye’nin temel hedefi, işaret edildiği üzere,
kendi devlet ülkesinin bütünlüğünü sağlamaya yöneliktir. Bunun
yanında, Türkiye’nin hedeflerine ulaşması hâlinde, Suriye kaynaklı
terörizm faaliyetleri de son bulmuş olacaktır. Dolayısıyla bu harekâtlar
aynı zamanda, öncelikle Suriye’nin ve ayrıca, KİP’in hedef aldığı diğer
devletler olan İran ile Irak’ın ülke bütünlüğünün tesis edilmesine veya
korunmasına yöneliktir.
Türkiye eliyle gerçekleştirilen askerî harekâtlarda dikkat edilmesi
gereken bir diğer önemli husus, Suriye’nin kendi devlet ülkesinde fiilen
otorite tekeline sahip olmamasıdır. Çalışmanın başında da ifade edildiği
üzere Suriye, devlet ülkesinin tamamında etkin egemen otorite değildir.
Özellikle Türkiye’ye yönelen terörizm eylemlerinin planlandığı ve/
veya gerçekleştirildiği alanlarda, uluslararası hukuk açısından gerekli
olan etkin egemenlik tekeline sahip değildir. Bir başka deyişle Suriye,
başarısız devlet (failed state) niteliği taşımaktadır68. Dolayısıyla Suriye,
uluslararası hukuk açısından temel bir ilke olan “ülke bütünlüğü
ilkesine saygı” yükümlülüğünü yerine getirememektedir. Böylesi
bir durumda, terörizm niteliği taşıyan ve süreklilik arz eden saldırılar
karşısında Suriye devletinin Türkiye’ye karşı yerine getirmek zorunda
olduğu, ülke bütünlüğüne saygı yükümlülüğünü gözetmesine ilişkin
meşru beklenti gerçekçi görülemez. Zira Suriye, bu yükümlülüğünü
yerine getirebilecek fiilî şartları taşımamaktadır. Türkiye’nin bunu
beklemesi, kendi devlet ülkesinin bütünlüğüne yönelik saldırıların devam
etmesine yol açacaktır. Nitekim Suriye içinde icra edilen ilk harekât olan
Fırat Kalkanı Harekâtı, Suriye iç savaşının başlamasından ve Türkiye’ye
yönelik terörizm eylemlerinin gerçekleşmesinden oldukça uzun bir süre
sonra, 24 Ağustos 2016-29 Mart 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir.
İlk harekât gerçekleşene kadar, Türkiye pek çok saldırıya maruz kalmıştır.
Dolayısıyla Türkiye’nin, kendi devlet ülkesine yönelik saldırıların devam
ettiği ve kaynak devletin, ülke bütünlüğüne saygı ilkesinden kaynaklı
yükümlülüklerini yerine getir(e)mediği durumlarda, bu saldırılara
katlanma yükümlülüğü yoktur. Zaten uluslararası hukuktaki yerleşik
anlayışa göre böyle bir tutum da Türkiye’den beklenemez. Bu gerekçe,
sadece Suriye sorununa has bir gerekçe olmayıp ülke bütünlüğüne saygıYıl 8, Sayı 15, Haziran 2020
ilkesinin ihlâl edildiği bütün durumlarda, uluslararası hukuk açısından
geçerli ve meşru bir gerekçedir.
Türkiye’nin gerçekleştirdiği askerî harekâtlarla ilgili bir başka husus
da harekâtlar tamamlandıktan sonra, Türkiye’nin askerî varlığının ilgili
bölgelerde devam etmesi zorunluluğudur. Zira bahsedildiği üzere,
Suriye’de hâlâ etkin egemen otorite tekeli tesis edilememiştir. Yani Suriye
sorunu, tam anlamıyla çözülmüş değildir. Türkiye’nin harekât bölgelerini
terk etmesi hâlinde, yeni saldırılara maruz kalma ihtimâli hâlâ yüksektir.
Nitekim ilk harekâttan bugüne kadar, harekât bölgelerinin içinde ve harekât
bölgelerinden Türkiye’ye yönelik pek çok saldırı gerçekleştirilmiştir.
Dolayısıyla askerî harekâtların tamamlanmış olması, Suriye sorununun
devam ediyor olması münasebetiyle Türkiye’ye yönelik saldırıları
bitirmemiştir. Bu sebeple Suriye’de kalıcı bir çözüm gerçekleşmeden,
bir başka deyişle etkin egemen otorite tekeli kurulmadan, Türkiye’nin
askerî varlığının devam etmesinde bir sakınca yoktur. Aksi takdirde
yine, “ülke bütünlüğüne saygı ilkesi”nin gerekleri yerine getirilememiş
olacaktır. Zira bu ilke, geçici veya dönemlik bir yükümlülük olmayıp her
devlete sürekli ve genel bir yükümlülük getirmektedir. Genel ve sürekli
yükümlülüğün yerine getirilmediği veya getirilemediği durumlarda
Türkiye, yeniden sınır ötesi harekât düzenlemek zorunda kalacağı için
ilgili bölgelerde, askerî mevcudiyetini koruyabilir.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonların
bir başka boyutu da Türkiye ile Suriye arasında imzalanmış ikili
antlaşmalardır. Yukarıda ele alınan bu antlaşmalara bakıldığında, her
iki devletin de karşılıklı yükümlülüklerinin bulunduğu; özellikle kendi
devlet ülkelerinden kaynaklanan ve diğer tarafa yönelen saldırıları
önleme yükümlülüğü olduğu çok açıktır. Yani taraflar, ülke bütünlüğü
ilkesine saygı göstermek zorundadır. Bunun dışında, ele aldığımız ikili
antlaşmaların metinlerinde atıf yapılan ve Suriye’yi tek taraflı yükümlülük
altına sokan Adana Mutabakatı’nda ve 2010 Anlaşması’nda da KİP’e
yönelik özel hükümler bulunmaktadır. Dolayısıyla Suriye, bahsi geçen
ikili düzenlemeler ve özellikle Adana Mutabakatı ile 2010 Anlaşması
çerçevesinde, kendi devlet ülkesinden Türkiye’ye yönelen terörizm
eylemlerini önleme yükümlülüğü altındadır. Bir başka deyişle uluslararası
hukuk açısından Suriye, antlaşmalar hukukunun en temel ilkelerinden
biri olan ahde vefa (pacta sund servanda) yükümlülüğü altındadır.
Bununla birlikte, yukarıda da belirtildiği üzere Suriye, içinde bulunduğu
iç savaş şartları sebebiyle bu yükümlülüklerini yerine getirememektedir.
Başarısız devlet olması münasebetiyle bu yükümlülüklerini yerine
getiremeyişi, yukarıda da işaret edildiği üzere, Türkiye’nin bu saldırılara
katlanma yükümlülüğünü doğurmadığı gibi yine ülke bütünlüğü ilkesine
saygı çerçevesinde, Türkiye’nin askerî harekât düzenlemesini engellemez.
SONUÇ
Türkiye, belirli dönemlerde sınır ötesi askerî harekâtlar düzenlemekte
olan bir devlettir. Bu harekâtlar, genellikle komşu devletlerin devlet
ülkesinden kaynaklanan ve terörizm niteliği taşıyan eylemlerin komşu
devletler tarafından engellenmemesi veya engellenememesi sebebiyle
gerçekleştirilmiştir. Sınır ötesi harekât ihtiyacının ortaya çıktığı durumlarda,
Türkiye’nin bu yönde hareket edeceğini beyan ettiği dönemlerde, gerek iç
kamuoyunda gerekse ve özellikle uluslararası toplum nezdinde, muhtelif
tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Söz konusu tartışmalar, gerçekleştirilmesi
düşünülen askerî harekâtın meşruiyeti üzerine odaklanmaktadır.
Türkiye, terörizm niteliği taşıyan saldırılara maruz kalmaya devam
ettiği müddetçe ve saldırıların kaynaklandığı devletler, bu eylemleri
engelle(ye)mediği sürece sınır ötesi askerî harekât düzenlemeye devam
edecektir. Bu durum, Türkiye için bir güvenlik ve beka meselesi olduğu
gibi aynı zamanda, uluslararası hukuk açısından bakıldığında, bir devletin
en doğal hakkıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin yapacağı bu tip harekâtların
öncesinde ve sırasında, yine benzer tartışmalar gündeme gelecektir.
Bu sebeple sınır ötesi harekâtların hukukî temeli, sadece döneme göre
belirlenen gerekçelere ve/veya ilgili devletlerle yapılmış veya yapılacak
olan antlaşmalara dayandırılmamalıdır. Zira böyle bir yaklaşım, bugüne
kadar tartışmaları sona erdirmemiştir. Bundan sonra da sona ereceğini
düşünmek, çok gerçekçi olmayacaktır. Dolayısıyla meseleye, daha
temelden, kalıcı ve her duruma dayanak teşkil edecek meşru bir gerekçe
bulmak gerekmektedir.
Türkiye’nin terörizm niteliğindeki saldırılar sebebiyle sınır ötesi
harekât düzenlemesinin temel dayanağı, uluslararası hukukun önemli
ilkelerinden biri olan “ülke bütünlüğüne saygı” olmalıdır. Zira Türkiye,
yukarıda işaret edildiği üzere, genellikle KİP ve uzantılarının eylemlerine
maruz kalmaktadır. KİP de Türkiye’nin ülke bütünlüğüne açıkça tehdit
oluşturan ve Türkiye’nin ülke bütünlüğünü parçalamayı amaçlayan bir
terör örgütüdür. Bu durumda, saldırıların kaynaklandığı bölgede egemen
otorite olduğu iddiasındaki devletin bu saldırıları önleme yükümlülüğü
bulunmaktadır Bu yükümlülüğü yerine getirmediği ve/veya getiremediği
durumda ilgili devlet, ülke bütünlüğüne saygı ilkesini ihlâl etmiş
olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin sınır ötesi harekât yapma hakkı,
doğal olarak ortaya çıkmaktadır. Suriye’ye yönelik askerî harekâtlarda
da böylesi bir durum çıkmıştır.
Sonuç olarak Türkiye, “ülke bütünlüğüne
saygı ilkesi” çerçevesinde sınır ötesi askerî harekât yapabilir ve bu ilkenin
temel gerekçe olması da askerî harekâtların meşruiyetini güçlendirir.
Öte yandan sınır ötesi harekâtların tamamlanmasından sonra Türkiye,
harekât bölgesinde kalmaya devam edebilir. Buradaki ölçü, Türkiye’yeYıl 8, Sayı 15, Haziran 2020
yönelik saldırıların kaynağı olan ilgili devlette etkin egemen otorite
tekelinin sağlanıp sağlanmadığıdır. Eğer ilgili devlet, ülke bütünlüğüne
saygı ilkesinin gereğini yerine getirebilecek durumda değilse Türkiye’nin
askerî varlığının bölgeden çekilmesi, yeni saldırıların gerçekleştirilmesine
yol açacaktır. Nitekim Suriye örneğinde görüldüğü üzere, harekât
bölgelerinin içinde ve harekât bölgelerinden Türkiye’ye yönelik saldırılar
sürmektedir. Genel ve sürekli bir yükümlülük olan ülke bütünlüğüne
saygı ilkesinin yeniden ihlâl edilme ihtimâlinin olduğu durumlarda,
Türkiye askerî varlığını koruyabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’deki
askerî varlığını devam ettirmesi yine, ülke bütünlüğü ilkesine saygı
yükümlülüğünün Suriye tarafından yerine getirilemeyecek olmasından
kaynaklanmaktadır.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olarak gerçekleştirdiği askerî
harekâtların bir başka hukukî dayanağı da taraflar arasında imzalanmış
olan ikili antlaşmalardır. Yukarıda ele alınan ikili düzenlemelerde de
açıkça belirtildiği üzere taraflar, kendi devlet ülkelerinden diğer devlete
yönelecek saldırıları önleme yükümlülüğü altındadırlar. Bu antlaşmalarda
taraflar, ülke bütünlüğü ilkesine saygı yükümlülüğü çerçevesinde
birbirlerine taahhütlerde bulunmuşlardır. Ayrıca Suriye bakımından, tek
taraflı yükümlülükler içeren Adana Mutabakatı da bulunmaktadır. Bu
sebeple taraflar, hukukun en temel ilkelerinden biri olan ve uluslararası
hukukta da antlaşmalar hukukunun temelini oluşturan “ahde vefa” ilkesi
gereğince yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadırlar. Dolayısıyla
Suriye, söz konusu ikili antlaşmalar çerçevesinde, Türkiye’ye yönelik
saldırıları engelleme yükümlülüğü altındadır.
Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği sınır ötesi
operasyonları, “ülke bütünlüğüne saygı” ve “ahde vefa” ilkeleri
çerçevesinde hukuka uygundur. Operasyonların meşruiyetine ilişkin
gerekçelendirmede, her iki ilkeden hareket edilebilir. Zira bu ilkeler,
uluslararası hukukun en temel ilkeleri arasındadır. Ayrıca devletler
bakımından bu ilkeler, genel ve sürekli bir yükümlülük doğururlar. Bu
sebeple şartlara ve döneme göre değişen genel-geçer gerekçeler dışında
bu ilkelere dayanılarak yapılacak bir gerekçelendirme, askerî harekâtların
meşruiyetini güçlendirecek ve tartışmaların açılmamak üzere kapanması
için önemli bir mesafe aldıracaktır.
Kaynak: Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi
Yorum Yazın